18 Nisan 2009 Cumartesi

Aşkın 'acı' hali-Can Dündar

Hazır aşktan bahsetmişken Can Dündar’ın bir yazısını da sizinle paylaşmak istiyorum. Aşkı bizlere yazılarında çok güzel anlattığını düşünüyorum. Keşke aşklar bu kadar gerçekçi olsa bu yazıyı okuyunca insan keşke aşık olsam da böle acı çekebilsem dedirtiyor ama nerdeeee!!! :)
Aşkın 'acı' hali
Tam göğsünün ortasında bir yerin acıyacak...
Evinin seni içine sığdıramayacak kadar dar olduğunu fark edeceksin...
Sokağa fırlayacaksın...
Sokaklar da dar gelecek...
Tıpkı vücudunun yüreğine dar geldiği gibi...
Ne denizin mavisi açacak içini, ne pırıl pırıl gökyüzü...
Kendini taşıyamayacak kadar çok büyüyecek, bir yandan da kaybolacak kadar
küçüleceksin...
Birileri sana bir şeyler anlatacak durmadan...
'Önemli olan sağlık.'
'Yaşamak güzel.'
'Boş ver, her şey unutulur.'
Sen hiçbirini duymayacaksın...
Gözyaşlarından etrafı göremez hale geleceksin...
Ondan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek, az sonra kollarında ölmek isteyecek kadar çok seveceksin...
Hep ondan bahsetmek isteyeceksin...
'Ölüme çare bulundu' ya da 'yarın kıyamet kopacakmış' deseler başını
kaldırıp 'ne dedin? ' diye sormayacaksın...
Yalnız kalmak isteyeceksin...
Hem de kalabalıkların arasında kaybolmak...
İkisi de yetmeyecek...
Geçmişi düşüneceksin...
Neredeyse dakika dakika...
Ama kötüleri atlayarak...
Onunla geçtiğin yerlerden geçmek isteyeceksin...
Gittiğin yerlere gitmek...
Bu sana hiç iyi gelmeyecek...
Ama bile bile yapacaksın...
Biri sana içindeki acıyı söküp atabileceğini söylese, kaçacaksın...
Aslında kurtulmak istediğin halde, o acıyı yaşamak için direneceksin...
Hayatının geri kalanını onu düşünerek geçirmek isteyeceksin...
Aksini iddia edenlerden nefret edeceksin...
Herkesi ona benzetip...
Kimseyi onun yerine koyamayacaksın...
Hiçbir şey oyalamayacak seni...
İlaçlara sığınacaksın...
Birkaç saat kafanı bulandıran ama asla onu unutturmayan...
Sadece bir müddet buzlu camın arkasından seyrettiren...
Bütün şarkılar sizin için yazılmış gibi gelecek...
Boğazın düğümlenecek, dinleyemeyeceksin...
Uyumak zor, uyanmak kolay olacak...
Sabahı iple çekeceksin...
Bazen de 'hiç güneş doğmasa' diyeceksin...
Ne geceler rahatlatacak seni ne gündüzler...
Ölmeyi isteyip, ölemeyeceksin...
Belki çivi çiviyi söker diye can havliyle önüne çıkana sarılmak
isteyeceksin...
Nafile...
Düşüncesi bile tahammül edilmez gelecek...
Rüyalar göreceksin, gerçek olmasını istediğin...
Her sıçrayarak uyandığında onun adını söylediğini fark edeceksin...
Telefonun çalmasını bekleyeceksin...
Aramayacağını bile bile...
Her çaldığında yüreğin ağzına gelecek...
Ağlamaklı konuşacaksın arayanlarla...
Yüreğin burkulacak...
Canın yanacak...
Bir daha sevmemeye yemin edeceksin...
Hayata dair hiçbir şey yapmak gelmeyecek içinden...
Onun sesini bir kez daha duymak için yanıp tutuşacaksın...
Defalarca aradığı günlerin kıymetini bilmediğin için kendinden nefret
edeceksin...
Yaşadığın şehri terk etmek isteyeceksin...
Onunla hiçbir anının olmadığı bir yerlere gidip yerleşmek...
Ama bir umut...
Onunla bir gün bir yerde karşılaşma umudu...
Bu umut seni gitmekten alıkoyacak...
Gel gitler içinde yaşayacaksın...
Buna yaşamak denirse...
Razı mısın bütün bunlara...?
Hazır mısın sonunda ölüp ölüp dirilmeye...?
O halde aşık olabilirsin...

CAN DÜNDAR

17 Nisan 2009 Cuma

‘Aşk’ Tadında Bir Lezzetse Güzel



Bizler son yıllarda aşk kelimesinin anlamını çoktan değiştirdik. Biz mi zamanı değiştiriyoruz yoksa zaman mı bizi bunu anlamıyorum?

Ya zaman aşkı kötüleştirdi ya da zamanla biz aşkı kötüleştirdik. Annelerimizden ve babalarımızdan bizden önceki aşkların duygusunu çok dinlemiştirizdir. O zamanlar aşklar bu kadar basite indirgenerek yaşanmazdı. Bir büyüsü vardı yaşanılan aşkların ve sanki o büyü bizi bırakıp gitti. Ne anlamlıydı dinlediğim o aşklar ama şimdi bizler nasıl basitleştirdik aşkı. Eski filmlerden ve müziklerden bile anlayabiliyoruz aşkın nasıl saf ve güzel yaşandığını, duyguların nasıl gerçekçi olduğunu. Şimdi ise her hoşlandığımız en büyük aşkımız oluyor ki zaten o hoşlanmalarda bir türlü bitmiyor. Bittiği zamanda yeni gelen yine en büyük aşkımız oluyor. Eski zamanlara da bu yüzden takılıyorum bu kadar belki çünkü o zamanlar insanlar aşkı bu kadar hafife alıp daldan dala konup birbirlerinin kalbini bu kadar basit şekilde ve basit hareketlerle kırmazlardı diye düşünüyorum. Hadi tamam bırakalım o büyük aşkları da yaşadığımız ilişkilerimize bakalım. Nasıl hoyratça her şeyi bir anda yaşayıp tüketiyoruz. Nasıl da her aşkımızı aynı yaşıyoruz farklı insanlar ama hep aynı ilişkiler. Aslında en önemlisi ne aşk ne sevgi bizlerin birbirimize saygısı kalmamış.

Aklıma bir şarkı geldi şimdi: Yaşandı bitti saygısızca aldatmanın tadına varınca.Bence bir şarkı sözü bile yaşadığımız ilişkileri fazla net ve kısa cümleyle anlatıyor.Tabi bu anlayana… Çünkü bazı insanlar için hayatında birinin olması yaşadığı şeyden daha önemlidir. İşte böyle basitleşiyor aşk, böyle çirkinleşiyor. İnsanlar ne yaşadığını ya da ne yaşamak istediğini umursamadan adına aşk kelimesinin anlamını yüklüyor. Birine seni seviyorum kelimesini demenin çok zor olması gerekirken ağızlarda sakız olmuş gibi herkese söylenmesi bence bizim biraz kendi içimize kapanıp düşünmemizi gerektiriyor.

Aşkı gerçekten yaşayan ve ya onun anlamını bilen elbette ki birçok insan vardır. O yüzden sözüm meclisten dışarı. Yazdıklarım mutluluğu gerçekten yakalamak isteyenlere ve sevmeyi gerçekten hafife alan insanlara gitsin…

4 Nisan 2009 Cumartesi

Çocuklarınız Sizin Çocuklarınız Değil!!!

Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil,
Onlar kendi yolunu izleyen Hayat'ın oğulları ve kızları.
Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler
Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.
Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil.
Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.
Bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil.
Çünkü ruhlar yarındadır,
Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.
Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları
Kendiniz gibi olmaya zorlamayın.
Çünkü hayat geriye dönmez, dünle de bir alışverişi yoktur.
Siz yaysınız, çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar.
Okçu, sonsuzluk yolundaki hedefi görür
Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar.
Okçunun önünde kıvançla eğilin
Çünkü okçu, uzaklara giden oku sevdiği kadar
Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever.
Halil Cibran

İşte Bizler…
Anne ve babaların biz çocuklarına yapabilecekleri en büyük hatalardan biri... Bizi düşünceleriyle, davranışlarıyla kendileri gibi yapma çabası bir nevi hükmediş ben böyleyim, sende öle ol, böle düşün… Farkında olmadan bunu yapan anne ve babalar ne yazık ki ne kadar iyi bir insan yetiştirdiklerini düşünseler bile ki yetişen ne kadar iyi olursa olsun şu bir gerçek ki böle çocukların en büyük sorunları güvensizlik oluyor. Kendine güveni olmadan yetişen bir çocuk bu hayatın içinde nerede durur bunu hiç düşünmüyorlar. Kendi kişiliğini bulmaya çalışan bir genç; anne ve baba baskısıyla (söyle yap, söyle dur, sus sen bilmezsin, dur sen yapamazsın gibi…) tuhaf bir döngünün içine girer ve nerede ne yapacağını bilmeyen bir kişiliğe sahip olur... Bu hayatımızda var olan bir gerçek olmasının yanında özellikle Türk aile yapısında çok sık rastlanan bir durum; çocuklarını bir birey yerine koymama ve onun söylediklerini ciddiye almama sen bilmesin suslarla çocuğu geçiştirme… Bizler yaş kemale erdimi ailelerimizin gözünde birey olabiliyoruz. İzlenimlerime göre yurt dışında bu olay bizimkinden daha farklı; onlar çocuklarını küçük yaştan beri bir birey yerine koymaya başlıyorlar ve bunun orta noktasını bize nazaran daha iyi bulabiliyorlar. Bundan dolayı da çocuklar hayatın gerçeklerini gördükleri zaman ve yalnız kaldıklarında sudan çıkmış balığa dönmüyorlar. Kendi düşüncelerini daha erken yaşta buluyorlar. Baktığımız zaman bizde de çocuğunu belli bir yaşta birey yerine koyan aileler var ve nedense işin cıvığını çıkarıyorlar. Demek ki bu konuda orta noktayı bulmak gerçekten önemli zaten bir çocuk dünyaya getirip onu yetiştirmek ciddi anlamda bilgi isteyen bir durum olduğunu düşünüyorum. Bir çocuğa nasıl davranılır? Gençlik dönemine girmiş bir çocuğa nasıl davranılır? En can alıcı soru neden çocuk doğurmak isteriz? Kendimizden bir tane daha olsun diye mi? Bunlar ciddi sorular… Gerçi bu konuda yeni nesil çocukları daha şanslı artık anneler ve babalar çocuğumuz oldu diyip sadece onu büyütmüyorlar artık ebeveynler bu konuda daha araştırmacı. Çocuklarına karşı davranışlarında daha düşünceli ve daha onları anlama yolundalar yani eski yanlışlar zamanla siliniyor. Bu çok ciddi bir durum çocuklar kendi içlerinde büyürken kişiliklerine karar verirken onları iyi ya da kötü manada kendi düşüncelerini dikta ettirmeye çalışan ebeveynler çok kafa karıştırıcı oluyor. Buda kendini tamamlamaya çalışırken onların döngüsünde eksilmelerine yol açıyor. Şöyle de bir gerçek var ki bir çocuk ne olacaksa oluyor iyi veya kötü bunu hiç kimse değiştiremez. Bir anne baba neden çocuk ister onun küçük elleri ve ayakları için mi? Ya da başka bir bakış açısıyla benim canımdan, kanımdan ve ben nasıl istersem öyle olacak düşüncesiyle mi?

24 Mart 2009 Salı

BAĞLANMAYACAKSIN

Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
"O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.
Demeyeceksin işte. Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela.
O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni, Senin o'nu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini...
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen, Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları...
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak."O benim." diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir Şeylerin...
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya, ya da pembeye
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak...

CAN YÜCEL


Şair Can Yücel ne güzelde anlatmış her şeyi birkaç kısa satırla öle uzun uzadıya yazmadan, bütün bir hayatı... Son zamanlarda keşfedip vurulduğum bir şiir.

Bağlanmayacaksın :) Nasılda bağlanıyoruz hayatımızdaki her şeye, herkese öle bir tutkuyla öle bir gözü körlükle… Ne oluyor bize de onsuz yapamam gibi beylik laflar ediyoruz her zaman. Yapıyoruz işte bağlandığımız her şey elimizden kayıp gittikten sonra sadece bir müddet sonra yapıyoruz. Sonra kendimize gelip tekrar bir hayata başlıyoruz. Gidenlerin yerini muhakkak yenileri alıyor. Bu seferde yenileri için aynı beylik laflar ediyoruz. İşte hayatımız bu döngüde dönüyor. İşte bu şiirde diyor ki dönme bırak bunları bağlanma bu hayata böyle beylik laflar söyleme boş yere... Hayatta bağlandığın şeyler gerçekten senin olsun hiç bırakıp gitmesin… Keşkeeee! Ama maalesef bu hayatta gerçekten hiçbir şey senin, benim veya bizim değil. O yüzden bağlanıp korkuyla yaşayacağımıza hayatı akışına bırakıp tadıyla yaşayalım… Korkmayalım bırakılmaktan, korkmayalım bırakmaktan böyle işte bu iş hayat böyle... Bağlanmayacaksın:)

17 Mart 2009 Salı

Ben, Biz Özgür müyüz?




* “Özgürlük istenilen şeyi yapabilme serbestliğidir.“ - JOHN LOCKE

* “Bir kimsenin düşüncesini açıklayamaması köleliktir. “ - EURİPİDES

* “Özgür doğan insan her yerde zincire vurulmuştur. “ - JEAN JACQUES ROUSSAEU




Ben özgürlüğümü istiyorum demekle geçen çocukluk ve gençlik yıllarından sonra özgürlüğü, bir daha düşünüyorum... Bizler gerçekten özgür müyüz?

Yıllar geçtikçe, büyüyüp olgunlaşma evrelerine girdikçe anlıyorum, özgürlük diye bir şeyin olmadığını.. Anlıyorsunuz değil mi? Özgürlük yok. O bizim kendimizi paralarcasına bağırıp çağırdığımız ben özgürüm kavramı yok.

Özgürlüklerin kısıtlanarak yaşatıldığı bu hayatta kim ne kadar özgür? Toplumun verdiği gereksinimlerle yaşatılan hayatta kim ne kadar özgür? Yapacağımız eylemlerde aile eş dost iş vb. gibi şeyler düşünülerek kısıtlanan eylemlerimizle kim ne kadar özgür?

Bizler kendi iç dünyamızda özgürüz düşüncelerimizde, hayallerimizde, masallarımızda...

Bizler teorik olarak özgürüz. Evet, özgürüz çünkü düşünüyoruz, irademiz var, bizleri birbirimizden ayıracak özelliklerimiz var. Ama hepsi bu kadar değil mi? Kendi kararlarımızı kendimiz veriyoruz ama içinde hep birileri ya da bir şeyleri düşünerek... Düşünüyoruz, zorunlu bir bilinçaltıyla veya bir gereksinimle. EVET DÜŞÜNÜYORUZ! Bir karar verirken olayın içindeki şahısları ve durumları düşünerek davranıyoruz.

Asıl önemli olan konu özgür değiliz, çünkü hayatımızda hep hesap vermemiz gereken ve sorumlu olduğumuz kişiler var. Her şeyi dilediğimiz gibi yaşayamadıktan sonra düşüncelerimizi aklımızdan geçtiği gibi değiştirmeden, söyleyemedikten sonra biz özgür müyüz gerçekten?

BİR DÜŞÜNELİM?

Hep bir sorumluluğun altında geçen hayatlarımız varken kimse istediği gibi davranamazken özgürlük hayatımızın neresinde oluyor.

BİR DÜŞÜNELİM?

Özgürlük felsefesine bakarsak, evet özgürüz ama hayatın içinde yol almaya çalışan bireyler olarak bakarsak, hayır değiliz. Dilimize bu kadar doladığımız hemen hemen her konuşmamızda dile getirdiğimiz BEN ÖZGÜRÜM cümlesi sizce söylendiği kadar gerçek mi?

DÜNYAYA SEÇMEDEN SEÇİLMEDEN GELEN BİZLER GERÇEKTEN ÖZGÜRMÜYÜZ???

KAYNAKLAR:
(*) www.canaktan.org/canaktan_personal/canaktan-arastirmalari/ozlu-sozler/aktan-ozgurluk.pdf

3 Mart 2009 Salı

Hayata Dair..



Deprem:
"Boğazlarda kopacak bir zelzele dünyayı sallayabilir."- A. N. Asya.




Hayatımızın içinde yaşamımızı değiştiren ne kadarda zelzeleler yaşıyoruz.Hayata bakış açılarımızın sürekli değiştiği dönemlerde can alıcı fay hatlarımız tek tek sallanırken yaşamanın zorunlulukları nasılda yoruyor insanları..Yaşamı ağırlaştıran bizler miyiz? Yaşadıklarımızı yaşayacaklarımızı kontrol edemeyip yüklerin altında ezilmeyi yaratan, hayatımızı farklı ve olumsuz yönlere sürükleyen bizler miyiz? Acabalarla dolu hayatı kuran oluşturan bizler miyiz? Hayatımız hakkında soracak sorularımız herhalde bitmez..


Bizler hayatımızdaki insanlarla beraber yaşam standartlarımızla yükümlü olduğumuz sorumluluklarımızla eğrisiyle doğrusuyla kendi kişiliğimizle bir hayat yaşıyoruz. Hayatımızdaki olumsuzlukları bazen kader dediğimiz şeyle sindirmeye çalışıyoruz bazense iyi giden şeyleri biz başardık diyip mutluluğu sindiriyoruz.. kötü =kader iyi=bizim başarımız :) İyisiyle kötüsüyle yaşadıklarımızı sindirmektir yaşam dediğimiz şey.. Ama her geçen gün hayatımız zorlaştıkça sindirmeye çalıştıklarımızda bize ağır gelmeye başlıyor. Baktığımız zaman hayatın her evresinde zorluklarımız var. Aile, arkadaş, okul, iş, aşk vb. İşte bizi biz yapan bu zorluklar karşısında güçlenmek ben kimim ve kim olacağımla başladığımız hayatta oturttuğumuz kişiliğimizle bir kariyer belirlemek bazen bize uyan bazen şartlara uyan. Böyle büyüyoruz işte..


Ve büyürken de yaşadığımız zelzeleler bizim hayat birikimlerimiz oluyor. Ne kadar şey öğreniyoruz hayatımıza hayata dair. Yaşadıklarımız aslında ne kadar anlamlı neler yaşıyoruz neler oluyor. Bir seçimden neler öğreniyoruz. O seçimleri yaptıktan sonra yaşadıklarımızı bir birikim olarak görüyor muyuz? Öğrenmenin yaşı yokmuş gerçekten yaşadıkça görüyoruz ama hep biliyormuş gibi ilerliyoruz.. Can yanmalarımızla anlıyoruz yanıldığımızı doğru düşündüğümüzün yanlış olduğunu.. Bazense bilerek yaşıyoruz acıyı.. İnsanoğlu acıyı da seviyor mutluluk kadar..


Bir deprem, dünyayı, ülkeleri, şehirleri sallarken bizler dünyanın farklı uçlarında her gün yaşamın içinde binlerce zelzeleler yaşıyoruz.


zelzele = ' isim, coğrafya Arapça zelzele ' (*)

Bu yazıda adı geçen web sitesi:

(*) http://www.tdk.gov.tr